Biyoloji eski Latincede, bios, hayat ve logos, bilim kelimelerinin birleşiminden meydana gelmiştir. Canlı bilimi anlamına gelen Biyoloji canlıların yapısı, davranışları, birbirleri ve çevreleriyle olan ilişkileri, yeryüzündeki dağılışları, çeşitlilikleri ve vücutları içinde geçen temel hayat olayları biyolojinin konusunun içine girer. Biyolojinin tarihsel gelişimi içinde biyolojiye katkı sağlayan bilim adamları kimlerdir?
Biyolojinin tarihçesi çok eskiye dayanmaktadır. Biyoloji ile ilgili en eski ve en önemli belge, M.Ö. 1550 veya daha eski zamanda Mısır’da yazılmış Papyrus Ebers (Ebers Tıp Papirüsü)‘tir. Bu belgede bitki ve hayvanlardan elde edilen ilaçlar yer almaktadır. Yaklaşık 1000 yıl sonra Yunanlı Hipokrat (M.Ö. 460-377) ve Aristo (M.Ö. 384-322) nun tıp, anatomi ve tıbbi bitkiler hakkındaki eserleri, biyoloji ile ilgili bilimsel temel eserler olarak kabul edilmektedir. Aristo hayvanları inceledi ve anatomik yapılarını araştırdı. Aristo’dan sonra Antik Romalı Bergamalı Galen, insan vücudunun iç anatomisini gözlemledi ve organların bir çoğunu tanımladı. Galen’ yazdığı anatomi kitabı yüzyıllar boyunca diğer bilim adamlarına yardımcı oldu.
Romalı Dioskorides‘in Materia Medica, Plinus’un Naturalis Historia (Tabiat Tarihi) eseri, tıp ve bitkiler konusunda yazılmış en önemli eserlerdir. Hıristiyanlığın Nesturi mezhebinden birçok bilginlerin Efes Patriği tarafından (M.S. 462) afaroz edilmesiyle, çoğu Fırat havzasına kaçmışlar ve buradan da İran Devleti tarafından kabul edilmişlerdir. Daha sonra Bağdat halifeleri bu Nesturi bilginlerini özel hekimler olarak çağırmışlardır.
Bunlar ve zamanın İslam alimleri, Aristo, Thephrastus, Dioscorides, Plinus ve diğerlerinin eserlerini Arap dillerine tercüme etmişlerdir. İbn-i Baytar, Cahız, Ebu Bekr-er-Razi, Erzurumlu İbrahim Hakkı, İbn-i Sina gibi İslam bilginleri biyoloji dallarında önemli eserleri vermişlerdir.
On sekizinci asırdan itibaren biyoloji alanında hızlı bir ilerleme başlamış, özellikle İtalya, Fransa, Almanya, İngiltere ve Hollanda’da bilimsel araştırmalarla ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu yüzyıl aslında düzenleme ve sınıflandırma yapmakla geçti. Bilinen ve görünen herşeyi br sisteme sokmak gerekiyordu. Hayvanları ve bitkileri ayırmak, onların da alt sınıflara ayrılması ile ilgili çalışmalar yapıldı. On sekizinci yüzyılın ortalarında büyüteç, mikroskop ve yeni tekniklerin kullanılmasıyla biyoloji alanında da daha büyük gelişmeler ve buluşlar olmuştur.
Conrad Gesner eseri Hayvanların Tarihi (Historia Animalium), Buffon eseri Doğa Tarihi (Histoire Naturelle)’ni yazdılar. İsviçreli Gaspard Bauhin binominal sistemi buldu. Fransız doğabilimci Joseph Pitton de Tournefort geliştirdi, İsveçli biyolog Carl Linnaeus ise binominal sistemi genelleştirdi.
Biyoloji ile ilgilenen bilim adamları canlıların üremesi konusunda fikir ayrılıkları yaşadılar. Francesco Redi ve Antonio Vallisnieri, kendiliğinden oluş kuramını savundular. Kanın vücut içinde dolaştığını, yani kan dolaşımını bulan ve ilk Fizyoloji bilim adamı olan William Harvey, Ex ovo omnia ovizm yani her şey yumurtadan çıkar görüşüni öne sürdü. Spermi keşfeden bilim adamı Anton van Leeuwenhoek tohumcu görüşle (spermizm) ona karşı çıktı. Lazzaro Spallanzani, üreme için erkek ve dişinin gerekli olduğunu kanıtlamaya uğraştı. Robert Hooke, 1663-1665 arasında mikroskopla incelediği ilk mantar hücrelerinin şekillerini çizdi. Anton van Leeuwenhoek, yaptığı merceklerle ve mikroskoplarla, daha önce gözle görülemeyen tek hücreli organizmaları, bakterileri ve kan hücrelerinin şekillerini inceledi.
Biyoloji, teknolojinin gelişmesinden önemli derecede faydalanan bir bilim dalıdır. Diğer bilimlerle de özellikle fizik ve kimya ile bilgi alış verişi yapmaktadır. Elektron mikroskobunun bulunuşuyla da hücrenin temel yapısına kadar inilmiştir. Biyoloji bilimi canlıları ve temel hayat olaylarını inceleyerek insanlığa faydalı sonuçlar ortaya çıkarmaya çalışmaktadır.
Biyoloji, canlıların moleküler yapısına kadar inerek büyük gelişmeler kaydetmiştir. Canlıların genetik yapısındaki bazı bozuklukları ortadan kaldıracak seviyeye gelmiştir. Bu konuda, “Genetik Mühendisliği” çalışmaları oldukça ilerlemiş ve ümit vericidir.
Biyoloji Tarihi ve Katkıda Bulunan Bilim Adamları
1600 den önce
M.Ö. 520 – Krotōnlu Alkmaiōn atar ve toplar damarları ayırdı ve optik sinirleri keşfetti.
M.Ö. 450 – Sushruta, MS 3. yüzyılda, 120’den fazla cerrahi enstrümanı icat etti ve 300 cerrahi prosedürü tanımladı, insan cerrahisini sekiz kategoriye ayırdı ve kozmetik cerrahi girişimini başlattı.
MÖ. 450 – Ksenofanes fosilleri inceledi ve yaşamın evrimi üzerine fikirler ortaya attı.
M.Ö. 380 – Diocles, bilinen en eski anatomi kitabını yazdı ve anatomi terimini ilk kullanan kişi oldu.
MÖ 350 – Aristoteles, hayvanların kapsamlı bir sınıflandırmasını yapmaya çalıştı. Yazılı çalışmaları arasında, hayvanların genel biyolojisi üzerine Historion Animalium, De Partibus Animalium, hayvanların karşılaştırmalı anatomisi, fizyolojisi ve gelişimsel biyoloji üzerine De Generatione Animalium yer almaktadır.
M.Ö. 300 – Theophrastus botaniğin sistematik çalışmasını başlattı.
M.Ö. 300 – Herophilos insan vücudunu parçalar ayırdı.
50 – 70 – Pliny Elder (Gaius Plinius Secundus) tarafından Historia Naturalis 37 cilt olarak yayınlandı.
130–200 – Claudius Galen insan anatomisi üzerine çok sayıda deneme yazdı.
1010 – ibn-i Sina (Avicenna), El-Kanun fi’t-Tıb (The Canon of Medicine)’ yayınladı.
1543 – Andreas Vesalius, De Humani Corporis Fabrica adlı anatomi tezini yayınladı.
1600-1699 arası
1600 – Jan Baptist van Helmont meşhur ağaç bitkisi deneyini gerçekleştirdi. Burada bitkinin özünün su olduğunu gösterdi ve fotosentezin keşfinin öncüsü oldu.
1628 – William Harvey Hayvanlarda Kalp ve Kan Hareketinde Anatomik Bir Çalışma adlı eserini yayınladı
1651 – William Harvey, memeliler dahil tüm hayvanların yumurtadan geliştiğini ve herhangi bir hayvanın çamurdan veya dışkıdan spontan jenerasyonunun imkansız olduğu sonucuna vardı.
1655 – Robert Hooke, bir mikroskop kullanarak mantardaki hücreleri gördü. Resmini çizdi.
1658 – Jan Swammerdam mikroskop altında kırmızı kan hücrelerini gözlemledi.
1668 – Francesco Redi, uçucu kurtların, kavanozların kapaklarının açık olması halinde, havayla temas ettikten sonra kavanozlardaki et parçaları üzerinde ortaya çıktığını göstererek spontan jenerasyonu reddetti. Tülbentle kapatılmış olan kavanozlarda sinek oluşmamıştı.
1672 – Marcello Malpighi, kasların somiti, dolaşım ve sinir sistemi oluşumu da dahil olmak üzere civciv gelişiminin ilk açıklamasını yayınladı.
1676 – Anton van Leeuwenhoek protozoayı gözlemledi ve onlara animalcules adını verdi.
1677 – Anton van Leeuwenhoek spermatozoayı (sperm hücresi) gözlemledi.
1683 – Anton van Leeuwenhoek bakterileri il kez gözlemledi. Leeuwenhoek’in keşifleri mikroorganizmalarda kendiliğinden oluşum sorusunu yeniden gündeme getirdi.
1700-1799 arası
1767 – Kaspar Friedrich Wolff, gelişmekte olan bir civcivin dokularının hiçbir şeyden oluşmadığını ve sadece yumurtadaki halihazırdaki mevcut yapıların ayrıntıları olduğunu iddia etti.
1768 – Lazzaro Spallanzani, herhangi bir organizmayı öldürmek için ilk olarak ısıtıldığında ve kapalı bir şişede soğumaya bırakılmışsa, hiçbir organizmanın zengin bir et suyunda gelişemediğini göstererek spontan jenerasyonu yeniden reddetti. Ayrıca memelilerde döllenmenin bir yumurta ve sperm gerektirdiğini gösterdi.
1771 – Joseph Priestley, bitkilerin alev çıkaran gazlar ürettiğini gösterdi. Bu iki gaz, karbondioksit ve oksijendir.
1798 – Thomas Malthus, Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme adlı eserini yayınladı, eseride insan nüfusu artışı ve gıda üretimini ele aldı.
1800-1899 arası
1801 – Jean-Baptiste Lamarck, omurgasızların sınıflandırılmasıhakkında ayrıntılı bir çalışma başlattı.
1802 – Modern anlamda biyoloji terimi, Gottfried Reinhold Treviranus (Biologie oder Philosophie der lebenden Natur) ve Lamarck (Hydrogéologie) tarafından bağımsız olarak öne sürülmüştür. Söz konusu kelime 1800 yılında Karl Friedrich Burdach tarafından ortaya çıkartılmıştır.
1809 – Lamarck, edinilen özelliklerin kalıtımına dayanan modern bir evrim teorisini öne sürdü.
1817 – Pierre-Joseph Pelletier ve Joseph Bienaimé Caventou klorofili izole etti.
1820 – Christian Friedrich Nasse, Nasse yasasını formüle etti: hemofili sadece erkeklerde görülür ve etkilenmemiş kadınlar tarafından geçer.
1824 – J. L Prevost ve J. B. Dumas, spermlerin daha önce düşünülmüş olduğu gibi parazit olmadığını, bunun yerine bir dölleme ajanları olduğunu gösterdi.
1826 – Karl von Baer, memelilerin yumurtalarının yumurtalıklarda olduğunu ve memeli yumurtası için 200 yıllık bir aramayı bitirdiğini söyledi.
1828 – Friedrich Woehler üreyi sentezledi; inorganik başlangıç maddelerinden bir organik bileşiğin ilk sentezi oldu.
1836 – Theodor Schwann mide astarından elde edilen ekstraktlarda pepsin keşfetti; Bir hayvan enziminin ilk izolasyonu oldu.
1838 – Matthias Schleiden, tüm bitkilerin hücrelerden oluştuğunu öne sürdü.
1839 – Theodor Schwann, tüm hayvan dokularının hücrelerden oluştuğunu öne sürdü. Schwann ve Schleinden, hücrelerin yaşamın temel parçacıkları olduğunu iddia etti.
1843 – Martin Barry, Royal Society of London’ın Felsefi İşlemleri dergisinde 1 sayfalık bir makalede tavşanda sperm ve yumurtanın bir araya gelmesini yazdı.
1856 – Louis Pasteur mikroorganizmaların fermantasyonu ürettiğini belirtti.
1858 – Charles R. Darwin ve Alfred Wallace bağımsız olarak, doğal seçilim yoluyla biyolojik evrim teorisini önermişlerdir. Sadece eserlerinin daha sonraki baskılarında Darwin, “Evrim” terimini kullandı.
1858 – Rudolf Virchow, hücrelerin yalnızca önceden var olan hücrelerden kaynaklanabileceğini öne sürdü; “Omnis cellula e celulla,” hücrelerden tüm hücre. Hücre Teorisi, tüm organizmaların hücrelerden (Schleiden ve Schwann) oluştuğunu ve hücrelerin sadece diğer hücrelerden (Virchow) gelebileceğini belirtmektedir.
1864 – Louis Pasteur, kendiliğinden gelişen hücresel yaşamı reddetti.
1865 – Gregor Mendel bezelye bitkilerinde kalıtımın kesin kuralları takip ettiğini gösterdi. Ayrılma Prensibi, her bir organizmanın, organizma yumurta veya sperm yaptığında ayrıştıran, özellik başına iki gene sahip olduğunu belirtmektedir. Bağımsız Çeşitlilik İlkesi, bir çiftteki her genin yumurta veya sperm oluşumu sırasında bağımsız olarak dağıldığını belirtmektedir. Mendel genetik bilimi için öncü olacak temeli attı.
1865 – Friedrich August Kekulé von Stradonitz, benzenin altıgen bir halkada karbon ve hidrojen atomlarından oluştuğunu keşfetti.
1869 – Friedrich Miescher hücrelerin çekirdeğinde bulunan nükleik asitleri keşfetti.
1874 – Jacobus van ‘t Hoff ve Joseph-Achille Le Bel, organik moleküllerin üç boyutlu bir stereokimyasal temsilini geliştirdi ve bir tetrahedral karbon atomu önerdi.
1876 - Oskar Hertwig ve Hermann Fol, bağımsız olarak (deniz kestanesi yumurtalarında) spermin yumurtaya girmesini ve daha sonra yumurtanın ve sperm çekirdeğinin füzyonunu tek bir yeni çekirdek oluşturduğunu tanımladılar.
1884 – Emil Fischer, şeker bileşimlerinin ve yapılarının detaylı analizine başladı.
1892 – Hans Driesch, 2 hücreli bir deniz kestanesi embriyosunun hücrelerini birbirinden ayırdı ve her bir hücrenin tam bir bireye dönüştüğünü, böylece preformasyon teorisini çürüttüğünü ve her hücrenin “totipotent” olduğunu ve gerekli olan tüm kalıtsal bilgiyi içerdiğini gösterdiğini gösterdi.
1898 – Martinus Beijerinck, tütün mozaik hastalığının bir bakteriden daha küçük bir şeyden kaynaklandığını göstermek için filtreleme denemeleri kullandı.
1900-1949 arası
1900 – Hugo de Vries, Carl Correns ve Erich von Tschermak, Mendel’in kalıtım teorisini bağımsız olarak yeniden keşfetti.
1902 – Walter Sutton ve Theodor Boveri, bağımsız olarak kromozomların kalıtsal bilgiyi taşıdığını ileri sürdü.
1905 – William Bateson, biyolojik kalıtım çalışmasını tanımlamak için “Genetik” terimini kullanmıştır.
1906 – Mikhail Tsvet, organik bileşik ayrımı için kromatografi tekniğini keşfetti.
1907 – Ivan Pavlov, köpeklerin koşullandırılmış müdahalelerle tükürük salgıladığını gösterdi.
1907 – Hermann Emil Fischer, peptid amino asit zincirlerini yapay olarak sentezledi ve böylece proteinlerdeki amino asitlerin amino grup-asit grubu bağlarıyla bağlı olduğunu gösterir.
1909 – Wilhelm Johannsen “gen” kelimesini çıkardı.
1911 – Thomas Hunt Morgan, genlerin kromozomlar üzerinde bir çizgi halinde düzenlendiğini öne sürdü.
1922 – Aleksandr Oparin, dünyanın atmosferinin il katının metan, amonyak, hidrojen ve su buharı içerdiğini ve bunların yaşamın kökeni için hammadde olduğunu öne sürdü.
1926 – James B. Sumner, üreaz enziminin bir protein olduğunu gösterdi.
1928 – Otto Diels ve Kurt Alder, halka molekülleri oluşturmak için Diels-Alder siklojeksiyon reaksiyonunu keşfettiler.
1928 – Alexander Fleming, ilk antibiyotik olan penisilin keşfetti
1929 – Phoebus Levene, nükleik asitlerdeki şeker deoksiribozunu keşfetti.
1929 – Edward Doisy ve Adolf Butenandt bağımsız olarak estron keşfettiler.
1930 – John Howard Northrop, pepsin enziminin bir protein olduğunu gösterdi.
1931 – Adolf Butenandt androsteron’u keşfetti.
1932 – Hans Adolf Krebs üre döngüsünü keşfetti.
1933 – Tadeus Reichstein yapay olarak sentezlenmiş C vitamini; ilk vitamin sentezi.
1935 – Rudolf Schoenheimer, sıçanların yağ depolama sistemini incelemek için döteryumunu bir izleyici olarak kullanmıştır.
1935 – Wendell Stanley tütün mozaik virüsünü kristalize etti.
1935 – Konrad Lorenz, genç kuşların baskın davranışını anlattı.
1937 – Dorothy Crowfoot Hodgkin, kolesterolün üç boyutlu yapısını keşfetti.
1937 – Hans Adolf Krebs trikarboksilik asit döngüsünü keşfetti.
1937 – Genetikte ve Türlerin Kökeni’nde, Theodosius Dobzhansky, kromozom teorisini ve populasyon genetiğini, neo-Darwinizm’in ilk olgun eserinde, modern sentez olarak adlandırılan, Julian Huxley tarafından icat edilen bir terim içinde, doğal popülasyonlara uygudı.
1938 – Marjorie Courtenay-Latimer, Güney Afrika kıyılarında yaşayan bir coelacanth (balıklarla amfibiler arası geçiş formu) keşfetti.
1940 – Donald Griffin ve Robert Galambos, yarasaların Ekolokasyon veya biyosonar kullandıklarını keşfettiklerini duyurdular.
1942 – Max Delbrück ve Salvador Luria, virüs enfeksiyonuna bakteriyel direncin, rastgele mutasyondan kaynaklandığını ve adaptif değişimin olmadığını gösterdi.
1944 – Oswald Avery, DNA’nın kalıtsal bilgiyi pnömokok bakterilerde taşıdığını gösterdi.
1944 – Robert Burns Woodward ve William von Eggers Doering kinini sentezledi
1945 – Dorothy Crowfoot Hodgkin penisilin’in üç boyutlu yapısını keşfetti.
1948 – Erwin Chargaff, DNA’da guanin birimlerinin sayısının sitosin birimlerine eşit olduğunu ve adenin birimlerinin sayısının timin birimlerinin sayısına eşit olduğunu gösterdi.
1950-1989 arası
1951 – Robert Woodward (Harvard Üniversitesi) kortizon sentezini yayınlarken, Robert Robinson, John Cornforth (Oxford Üniversitesi) oluşturduğu araştırma grubu kolesterol sentezini yayınladı.
1951 – Fred Sanger, Hans Tuppy ve Ted Thompson insülin amino asit sekansının kromatografik analizlerini tamamladılar.
1952 – Amerikan gelişim biyologları Robert Briggs ve Thomas King, leopard kurbağaları embriyolarından çekirdek çekerek ilk omurgalıyı klonladılar.
1952 – Alfred Hershey ve Martha Chase, DNA’nın bakteriyofaj virüslerindeki genetik materyal olduğunu gösterdi.
1952 – Rosalind Franklin, x ışını kırınım çalışmalarına dayanarak DNA’nın 2 nm çapında bir çift sarmal ve sarmalın dış tarafındaki şeker-fosfat omurgaları olduğu sonucuna vardı. İki şeker-fosfat omurgasının birbirine özgü bir ilişkisiden şüphelendi.
1953 – Franklin’in yayımlanmamış verilerini inceledikten sonra, James D. Watson ve Francis Crick, DNA için çift sarmal bir yapı yayınladılar, bir şeker-fosfat omurgası diğer tarafa zıt yönde ilerliyordu. Ayrıca, molekülün kendisini kopyalayabileceği ve genetik bilgi aktarmaya hizmet edebileceği bir mekanizma olduğunu önerdiler. Hershey-Chase deneyi ve Chargaff’un nükleotidler hakkındaki verileriyle birleştirilen makaleleri sonunda biyologları DNA’nın protein değil, genetik materyal olduğuna ikna ettiler.
1953 – Stanley Miller, simüle edilmiş şimşeğin su, metan, amonyak ve hidrojen içeren kaplardan geçirildiğinde amino asitlerin oluşabileceğini gösterdi.
1954 – Dorothy Crowfoot Hodgkin, B12 vitamininin üç boyutlu yapısını keşfetti.
1955 – Marianne Grunberg-Manago ve Severo Ochoa, nükleotidleri polinükleotidlere bağlayan ilk nükleik asit sentezleyen enzimi (polinükleotid fosforilaz) keşfetti.
1955 – Arthur Kornberg DNA polimeraz enzimlerini keşfetti.
1958 – John Gurdon, bir Afrika Pençeli Kurbağasını klonlamak için nükleer transplantasyon kullandı; tamamen farklılaşmış bir yetişkin hücreden bir çekirdek kullanarak bir omurgalının ilk klonlama çalışması oldu.
1958 – Matthew Stanley Meselson ve Franklin W. Stahl, DNA replikasyonunun Meselson-Stahl deneyinde yarıiletken olduğunu kanıtladı.
1959 – Max Perutz, oksijenli hemoglobin yapısı için bir model ortaya koydu.
1959 – Severo Ochoa ve Arthur Kornberg, çalışmaları için Nobel Ödülü’nü aldı.
1960 – John Kendrew, kasta oksijen taşıyan protein olan miyoglobinin yapısını tarif etti.
1960 – Dört ayrı araştırmacı (S. Weiss, J. Hurwitz, Audrey Stevens ve J. Bonner), DNA yönündeki nükleotidleri polimerize eden bakteriyel RNA polimerazı keşfetti.
1960 – Robert Woodward klorofili sentezledi.
1961 – J. Heinrich Matthaei, Grunberg-Manago’nun 1955 enzim sistemini kullanarak polinükleotidleri yapmak için genetik kodun ilk kodonunu (amino asit fenilalanin kodonu) kırdı.
1961 – Joan Oró, sudaki amonyum siyanürün konsantre çözeltilerinin, yaşamın kökenine dair teorilerin yolunu açan bir keşif olan nükleotit adenin üretebildiğini buldu.
1962 – Max Perutz ve John Kendrew, hemoglobin ve miyoglobin yapısı üzerine yaptıkları çalışmalardan ötürü Nobel ödülünü paylaştılar.
1966 – Genetik kod, deneme-yanılma deneysel çalışmasıyla tamamen kırıldı.
1966 – Kimishige Ishizaka, alerji geliştiren ve moleküler ve hücresel seviyelerde alerji mekanizmalarını açıklayan yeni bir immünoglobulin, IgE tipini keşfetti.
1966 – Lynn Margulis, endosimbiyotik teoriyi önerdi, ökaryotik hücre, ilkel prokaryotik hücrelerin simbiyotik bir birlikteliği. Richard Dawkins teoriyi “20. yüzyılın evrimsel biyolojisinin büyük başarılarından biri” olarak adlandırdı.
1968 – Fred Sanger, 120 baz uzunluğunda bir RNA dizisinin kromatografik olarak deşifre edilmesi için bir izleyici olarak radyoaktif fosfor kullandı.
1969 – Dorothy Crowfoot Hodgkin, insülinin üç boyutlu yapısını deşifre etti.
1970 – Hamilton Smith ve Daniel Nathans DNA kısıtlama enzimlerini keşfettiler.
1970 – Howard Temin ve David Baltimore bağımsız olarak ters transkriptaz enzimlerini keşfettiler.
1972 – Albert Eschenmoser ve Robert Woodward B12 vitamini sentezledi.
1972 – Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge, fosil kayıtlarının kısa periyotlarla noktalanan kısa süreli “durağanlık” (küçük değişim) ile, evrim hızının doğru bir tasviri olduğunu belirten “noktalanmış denge” dedikleri bir soy içinde hızlı değişim ve tür oluşumu fikrini önermişlerdir.
1972 – Seymour Jonathan Singer ve Garth L. Nicholson, tüm hücrelerin zarının oluşumuyla ilgilenen sıvı mozaik modelini geliştirdi.
1974 – Manfred Eigen ve Manfred Sumper, nükleotid monomerlerinin ve RNA replikazının karışımlarının, çoğalan, mutasyona uğrayan ve evrimleşen RNA moleküllerine yol açacağını gösterdi.
1974 – Leslie Orgel, RNA’nın RNA replikazı olmadan çoğaltabildiğini ve çinkonun bu replikasyona yardımcı olduğunu gösterdi.
1977 – John Corliss ve ekibi, Galapagos Riftinde denizaltı hidrotermal delikleri etrafında bulunan kemosentetik tabanlı hayvan topluluklarını keşfetti.
1977 – Walter Gilbert ve Allan Maxam klonlama, baz tahrip edici kimyasallar ve jel elektroforezini kullanan hızlı bir DNA dizileme tekniği sundular.
1977 – Frederick Sanger ve Alan Coulson, dideoksinükleotitleri ve jel elektroforezini kullanan hızlı bir gen dizileme tekniği sundular.
1978 – Frederick Sanger, PhiX174 virüsü için 5,386 baz dizisini sundu; Bu tüm bir genomun ilk dizilimi oldu.
1982 – Stanley B. Prusiner, bulaşıcı proteinlerin veya prionların varlığını önerdi. Onun fikri büyük ölçüde bilim dünyasında kabul gördü fakat 1997’de Nobel Ödülü kazanabildi.
1983 – Kary Mullis, DNA dizilerinin hızla kopyalanması için otomatik bir yöntem olan “PCR” i (polimeraz zincir reaksiyonu) icat etti.
1984 – Alec Jeffreys genetik parmak izi yöntemi tasarladı.
1985 – Harry Kroto, J.R. Heath, S.C. O’Brien, R.F. Curl ve Richard Smalley buckminsterfullerene molekülünün sıra dışı stabilitesini keşfettiler ve yapısını anladılar.
1986 – Alexander Klibanov enzimlerin sulu olmayan ortamlarda işlev görebileceğini gösterdi.
1986 – Rita Levi-Montalcini ve Stanley Cohen, Sinir büyüme faktörü (NGF) keşfettikleri için Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü aldı.
1990 Sonrası
1990 – Fransız Anderson et al. bir insan hasta üzerinde ilk onaylanmış gen terapisini gerçekleştirdi.
1990 – Napoli’de, Lemieux ve Jorgensen, petunyaların rengini amaçlayan deneyler sırasında RNA girişimini (1990) keşfetti.
1990 – Wolfgang Krätschmer, Lowell Lamb, Konstantinos Fostiropoulos ve Donald Huffman, Buckminsterfulleren’in benzen içinde çözünür olduğu için kurumdan ayrılabileceğini keşfetti.
1995 – Serbest yaşayan bir organizmanın ilk tam genomunu yayınlandı.
1996 – Dolly koyun, yetişkin bir memelinin ilk klonu oldu.
1999 – Pennsylvania Üniversitesi İnsan Gen Tedavisi Enstitüsü araştırmacıları, bir gen terapisi tekniğinin klinik çalışması sırasında Jesse Gelsinger’i yanlışlıkla öldürerek FDA’nın Enstitü’de daha fazla gen terapisi denemesini durdurmasına neden oldu.
2001 – Tam insan genomunun ilk taslaklarının yayınlandı.
2002 – İlk yapay virüs, “sıfırdan”, fareyi felç eden ve öldüren yapay bir polio virüsü üretildi.