Köleliği kim buldu

Harplerde esir alınan ve bütün varlığıyla, bir başkasının mülkü olan kimse. Esire erkek ise “köle”, kadın ise “câriye” ismi verilirdi. Köle ve cariye aynı hükümlere tâbidir.

Kölelik, insanlık târihi kadar eskidir. Târihte, her devirde ve her millette köleliğin eserleri görülmektedir.
Yirminci yüzyıl başlarına kadar her milletin sosyal yapısında köleliğe yer verilmiştir. Milletler arasında
harplerin yaygın olmadığı bu zamanda ise, görünüşte kölelik yok gibi gösterilmektedir. Fakat başka
isimler altında, insanlar sömürülmekte ve esaret altında tutulmaktadır. Bugün, komünist ülkelerde ve
zalim diktatörlerin idâresi altında çalışanların durumu kölelerinkinden pek farksızdır ve hattâ daha
zâlimânedir.

İslâmiyetin zuhur ettiği ortaçağda kölelik, bütün milletlerde çok yaygın bir müessese idi. Çünkü kölelik,
yapılan savaşların tabiî neticesidir. Harpler ise, insanlığın var olduğu zamandan beri yapılagelmiştir.
Milletlerin bir çoğunda kölelerle ilgili kânunlar, son derece kaba, merhametten uzak ve pek zâlimâne
idi. Hattâ bâzı ülkelerde kölelere, köpek ve sâir evcil hayvanlara tanınan haklar bile tanınmıyordu.
Eski milletlerde kölelik: Mısırlılar köleyi, serveti çoğaltan bir âletten veyahut bir süs vâsıtasından
başka türlü görmüyorlardı. Bu sebepten hükümdarları, kâhinleri ve eşrafı, çok mikdârda köle
edinirlerdi. Kölelere en ufak bir medenî hak tanınmıyordu. Köle üzerindeki bütün hak ve yetkiler
efendisine âitti, dilerse yaşatır, isterse öldürürdü.

Hint ülkesindeki kânunda, “Köle, ancak Brahman kişiye hizmetçi olmak için yaratılmıştır” diye bir
madde vardı. Köle, en küçük suçundan dolayı kanunen öldürülürdü. Efendisine küfr eden (söven)
kölenin dili, kökünden koparılarak veya ateşte kızdırılmış on parmak uzunluğunda bir hançerin ağzına
sokulması sûretiyle, feci şekilde cezâlandırılırdı.

İran kânunlarına göre köle, ilk hatâsı yüzünden şiddetli bir cezâya çarptırılmamakla beraber, aynı
hatâyı tekrarlaması hâlinde, efendisi onu kendi eliyle öldürüyordu.

Çinlilere gelince, kânunen kölelerine karşı her çeşit muameleyi yapmakta yetkili oldukları halde, diğer
milletler gibi kölelerinin hakkını çiğnemekte aşırı değildiler. Yumuşak huylulukları buna engel oluyordu.
Filozofları da dâhil olmak üzere Yunanlılar, köleleri hor görmekte çok aşırı giderlerdi. Aristo’nun kendi
kölesine yaptıkları, diğer Atina’lılardan geri değildi. Köle, bir mal olup, suç işlediği zaman, Yunanlılar,
onun alnını kızgın bir şiş ile dağlıyorlardı. Romalılar, bin bir çeşit yolla köle ediniyorlardı. Bütün savaş
esirleri, câriyelerin çocukları, umuma karşı suç işleyenler köle yapılırdı. Ayrıca Roma ordusunda,
vazifesi yalnız çocukları çalmak ve onların köle olarak kullanılmasını sağlamak olan bir sınıf vardı.
Romalılar köleyi bütün medenî haklarından mahrum etmişti. Hattâ efendisi dilerse onu hayatta bırakır,
dilerse öldürürdü. Bu hususta kimse efendiye karışamazdı. Vücutlarına ağır demir parçaları bağlayıp
onlarla tarla sürmek, ayaklarından asmak ve canları çıkıncaya kadar işkence yapmak, Romalıların
köleye tatbik ettiği cezâlardandı.

Eski Fransa’da, köleye o kadar hor bakılıyordu ki, eğer hür bir erkek, bir câriye ile evlenseydi, derhal
hürriyetini kaybederek köle olurdu.

Yeniçağda kölelik: Bu çağda da milletlerin köle edinme zihniyeti, 19. asra kadar yaygın ve hâkim bir
vaziyette devam etmiştir. On beşinci yüzyılda, Amerika kıtasının ve bu kıtadaki tabiî kaynakların
keşfedilmesi, kölelik târihine yeni bir şekil getirmiştir. Yeni kıtadaki pamuk, kahve, buğday, pirinç,
şekerkamışı vs. maddelerin geniş bir şekilde elde edilebilmesi ve kâr getirmesi, ucuz işçi teminine
bağlıydı. Bunun üzerine, yeni kıtaya gelenler, kıtadaki yerlileri köle olarak kullanmaya başladılar.
Ancak yerliler zorla çalıştırılmaya alışık olmadıkları için ya ölüyorlar veya topluca intihâr ediyorlardı.
Yerlilerin sayısının azalması üzerine Amerika’daki Hıristiyan papazları, Afrika’dan zenci köle
getirilmesini, Alman İmparatoru Şarlken’e 1519’da teklif ettiler. Bu teklif uygun görülerek Afrika’dan
köle götürülmeye başlandı. Yüzyıllarca, Afrika’dan milyonlarca zenci Amerika’ya taşındı.
Bu zencilerin ne kadar olduğu bilinmemekte, ancak milyonları aştığı kabul edilmektedir. Köle olarak
götürülen bu zencilerin bir kısmı yolda yapılan kötü muameleden dolayı, bir kısmı da yeni kıtaya
vardıktan sonra ölüyorlardı. Diğer taraftan, bâzı Avrupa devletleri, Afrika’da koloniler kurarak, halkı
kendi toprakları içinde köle olarak kullanıyorlar ve bu ülkelerin tabiî kaynaklarından istifâde ediyorlardı.
Yerli halk aç, sefil, perişan bir halde onlar için çalışırken onlar, sefehât içinde yaşıyorlardı. Bu devrede
Avrupalıların kölelere yaptıkları muâmeleler insanlık târihinde bir kara leke olarak anılacaktır. Diğer
taraftan Okyanusya (Avustralya ve çevresi) kıtasının keşfi de sömürge ve köle ticâretinin başını çeken
İngilizlerin ekmeğine yağ sürüyor ve bu ülkelerin tabiî servetleri İngiltere’ye akıyordu. On dokuzuncu
asrın sonlarına doğru, milletlerarası bir anlaşma ile köleliğin kaldırıldığı ilan olunmuştu. Fakat kölelik
lağvedilmeden önce, kölenin vaziyeti gâyet kötü olup, hiçbir kânûnî hakkı yoktu. Batıdaki maddî
medeniyet, onun lehine hiçbir yenilik getirmemiştir. Batıda köleler hakkında çıkarılan kanuna, “Siyah
Kânun” adı verildi.

Fransa’da 1685 târihinde çıkarılan siyah kânuna göre, bir köle hırsızlık yaptığı zaman öldürülürdü.
Efendisinin evinden kaçtığı takdirde de, birinci ve ikinci defâda her iki kulağı kesilir ve kızgın demirle
dağlanırdı. 1848 yılına kadar böyle devam etti.
İngiltere’nin Siyah kanununa göre de efendisinden kaçan köle öldürülürdü. Fransa’ya gidip, ilim tahsil
etmek, zenciler için yasaktı.

Güney Amerika’da köleler, gâyet çetin ve zâlimâne muâmelelere mâruz kalırlardı. Köle, elinde bir izin
belgesi olmadan çalıştığı bahçeden çıkarak umûmî caddelerde gezemezdi.
Yahûdîlerde kölelik: İbrânî milletine mensup Yahûdîlerde kölelik harple ve satın almak yollarından biri
ile meydana getiriliyordu. Diğer milletlere nazaran daha merhametli muâmele yaparlardı. Yunanlıların
ve Romalıların yaptıkları târihî fecaatleri yapmamışlardır. Bilakis bir yahudi, câriyesi ile evlenebilirdi.
Hattâ onlardan bâzı kölelerin, efendisinin kızı ile evlendiği de görülmüştür.
Hıristiyanlıkta kölelik: Bu din de köleliği yasak etmemiştir. Bütün kiliseler, köleliğin varlığını kabul
etmiştir. Bolüs’ün, Efesus halkına yolladığı mektubunda, kölelere hitâben; “Îsâ’ya itâat ettiğiniz gibi,
efendilerinize de itâat edin!” diye tavsiyede bulunmaktadır. Timotavus’e yazdığı mektubunda da;
“Köleler, efendilerine gâyet saygılı olmalıdırlar. Onlara hizmet etmekte hiç bir kusur yapmamalıdırlar.
Zira bu, Îsâ’nın öğüdüdür.” diye yazmaktadır.

Yalnız ruhbanlık mesleğine giren köleler, üç sene zarfında, efendilerine haber verilmeden âzad
ediliyordu. Hıristiyanlığa bağlı imparatorlar zamanında, diyet denilen meclisler tarafından çıkarılan
kanunda kölelerin evliliği gayrimeşrû sayılıyordu. Hıristiyan dünyâsında, kölelik hususunda papalar ve
diğer din ve devlet adamları, hiçbir beis görmüyorlardı. Nitekim Fransalı meşhur Busuvî; “Zaferi
kazanan savaşçı, mağlubu öldürebilir. Eğer öldürmeyip de onu kendine köle yaparsa, ona karşı büyük
bir ihsan ve merhamette bulunmuş olur.” diyor. Hıristiyan âlemindeki kölelik, yirminci asra kadar devâm
etmiştir.

İslâmiyette kölelik: Kölelik hukukunu ilk olarak düzenleyen, kölelerin toplum hayatındaki yaşayışını
insânî bir hâle getiren ve onlara birçok haklar sağlayan İslâm dîni olmuştur. Avrupa’nın 20. yüzyılda
düşündüğü, fakat bir türlü temin edemediği kölenin haklarını, İslâmiyet, orta çağda 7. yüzyılın ilk
yarısında bir sosyal kurum olarak düzenlemiş ve tatbikâta koymuştur. İslâmiyet, köleliği kaldırmamakla
beraber, kölenin hukukunu en mükemmel bir tarzda müesseseleştirmiştir. Ancak Müslümanlara harb
îlân eden ve kendisi de Müslüman olmayan kimsenin köle yapılabileceğini hükme bağlamıştır.
İslâmiyeti ortadan kaldırmak isteyenler ve Müslümanlara hayat hakkı tanımayanlarla yapılan harpten
sonra ele geçirilen esirleri köle yapmaya izin vermiştir. Bunun dışındaki köle edinmek yollarının hepsini
yasaklamıştır. Müslüman olmayanlarla harbe karar verilmeden önce, düşman askerinin Müslümanlığı
kabul etmesi teklif olunurdu. Müslüman olmayı reddederse, cizye ve haraç denilen vergiyi vermeyi
kabul etmesi karşılığında, tam bir dînî serbestliğe sâhib olarak Müslümanlarla beraber hür bir şekilde
yaşamasına izin verilirdi. Bu şartı kabul edenlere zimmî vatandaş denilirdi (Bkz. Zimmî). Ancak bunları
da kabul etmeyen ve İslâm devletiyle sulh anlaşması da yapmayanlarla harp edilir, esir edilenler köle
yapılırdı.

İslâmda kölelik, harp hâlinin tabiî bir neticesi sayılan hukûkî bir durumdur. Bizzât harbe katılanlar ve
teşvik edenler, esir alınınca, iki çeşit muâmeleden birisinin yapılması hakkında devlet başkanına
(halifeye) yetki tanınmıştır. Bunlar da, ya öldürülür veya köle yapılır. Mal karşılığında salıvermek
kaldırılmıştır. Harbe katılmamış ve teşvikte de bulunmamış yaşlılar, kadınlar, çocuklar ve din adamları
öldürülmezler. Çocuk annesinden ayrılmazdı.

Paylaşın Bilgi Çoğalsın