Filmi kim buldu

Fransız asıllı Amerikalı Louis Aime Augustin Le Prince tarafından gerçekleştirildi. De Prince, karısının sanat öğretmenliği yaptığı New York Sağırlar Okulu’nda hareketli fotoğrafik görüntülere ilişkin bazı araştırmalar yapıyordu. Kızı M.Le Prince, 1885 yılında, enstitünün beyaz badanalı duvarlarında kımıldayan görüntüler izlediğini iddia etti.

1886 yılının Kasım ayında Le Prince, Amerikan Patent Bürosu’na başvurarak, buluşunu şöyle tanıttı: “Fotoğrafik bir kamera ile bir nesnenin ya da nesnelerin hareketli görüntüleri saptanır. Sonra da bu görüntüler, bir projeksiyon aygıtı aracılığıyla aynen yeniden canlandırılır.” 1861 yılında da İngiltere’de bir İngiliz, kendi ülkesinde çok daha basit bir aygıtla bu tür bir patent almıştı. Le Prince’in aldığı Amerikan patenti ise, daha karmaşık bir (16 mercek)’ aygıttı.

Film, tarihi bakımdan ilkin hareketli resimlerin kaydı ve gösterilmesi için kullanılan bir terimdi. Ancak daha sonra genelleştirilmiştir. Film terimi ile birlikte “Sinema”, “Gümüş ekran” gibi terimler de kullanılmaktadır. Herhangi bir oyuncu veya yönetmenin; oynadığı, yönettiği, yazdığı vb. tüm filmlerin listesine ise filmografi denir.

Filmler gerçek insan ve objelerin kamerayla kayıt edilmesiyle veya animasyon teknikleri veya özel efektlerle her iki unsurun yaratılmasıyla üretilir. Filmlerle bir seri tekil çerçeveler oluşturulur ancak bu imajlar ardışık ve hızlıca gösterildiğinde, izleyicide hareket illüzyonu denilen bir göz yanılgısı oluşur. Çerçeveler arası geçişler görülmediğinden göz imajı sürekli bir akış halinde algılar.

İki boyutlu imajların hareketli olarak gösterilmesi mekanizmasının varlığı 1860’lı yıllara kadar geri gider. Bu yıllarda zoetrope ve praxinoscope denilen basit optik aygıtların gelişmişi olan aygıtlar kullanılmaktaydı.

Fotoğrafçılıkta hâlâ kullanılan selüloid filmin geliştirilmesiyle nesnelerin gerçek zamanlı hareketini yakalamak mümkün olmuştur. İlk versiyonlarda izleyicinin akış halindeki resimleri görmesi için özel bir aygıtın içine bakması gerekiyordu. 1880’lere kadar olan gelişmelerle kameraların gerçek zamanlı görüntüleri yakalaması filme kayıt etmesi ve perde üzerine yansıtarak tüm bir izleyici kitlesine izletilmesi mümkün olmuştur. “Hareketli resimler” (motion pictures) denilen bu gösterilerde görüntüler üzerinde herhangi bir sinema tekniği kullanılarak oynanamamaktaydı.

İlk öykülü film 1902 yılında Georges Méliès tarafından Le Voyage dans la Lune (Aya Seyahat) adlı filmle gerçekleştirildi. 19. yüzyıla kadar hareketli resimler tamamen görsel bir sanat olmasına karşın ilk sessiz filmlerin kamu tarafından beğenilmişti. 20. yüzyılın başında filmler öyküsel bir yapı geliştirmeye başladı. Kamera hareketleri filmin hikâyesini daha etkili kılacak şekilde uygulanmaya başladı. Filmler sessiz olduğundan seyirciler salon sahipleri filmdeki hikâyenin geçiş şekline göre müzik üretecek bir piyanist veya orkestra kiralamaya başladılar. 1920’lerin başlarında çoğu film için bu amaçla hazır müzik listeleri oluşturuldu.

Paylaşın Bilgi Çoğalsın