Nalı kim buldu

Çivilerle atların tırnaklarına çakılan nallan Avrupa’ya M.Ö. 200 yıllarında Almanlar tanıttılar. Bu nallar, yumuşak zeminlere atların daha rahat basmasını, sert zeminlerde de ayaklarının korunmasını sağlıyorlardı. Böylece, hem üzerlerine binerek yol almak hem de yük taşıtmak kolay hale geldi.

Nal; at, eşek, öküz ve benzeri yük hayvanlarının tırnaklarına çakılan, ayağın şekline uygun demir parçasına verilen ad. Nallar nalbant adı verilen meslek üyeleri tarafından üretilir.

Cengiz Han’ın söylediği iddia edilen “Bir çivi kayboldu diye bir nal kayboldu; bir nal kayboldu diye bir at kayboldu; Bir at kayboldu diye bir atlı kayboldu; bir atlı kayboldu diye bir haber kayboldu; Bir haber kayboldu diye bir savaş kaybedildi”[1] sözünde olduğu gibi binek ve hizmet hayvanlarının özellikle atların yeryüzünde tarım ve savaş gibi ulaşım ve ihtiyaç giderlerinin tamamen hayvan gücüne bağlı olduğu dönemlerdeki etkisi hayatiydi.

Binek hayvanlarına bağlı olarak ortaya çıkmış bir sanat olan nalbantlık, demircilikle birlikte gelişmiştir. Eski dönemlerde hayvanların ayaklarına ve toynaklarına keçe, kalın bez ya da köseleden yapılan ayaklıklar takılırdı. Dayanıksız olan bu ayaklıkların yerini zamanla madeni nallar aldı. Geçmişte ulaşım, taşımacılık ve çeşitli hizmetlerde hayvanların yaygın olarak kullanılması nedeniyle, nalbantlık motorlu araçların yaygınlaştığı 20. yüzyılın ilk yarısına değin önemini korudu.

Askerlikte at ve katırın taşıdığı önemden dolayı hemen bütün ordularda uzun yıllar nalbantlıkla ilgili birimlere yer verildi. Örneğin Osmanlı ordusunun nalbant gereksinimini karşılamak için 1888’de Askeri Baytar Mektebi’nde modern nalbantlık dersleri verilmeye başladı. Kurtuluş Savaşı’nda da Konya’da nalbant yetiştiren bir okul açıldı. Türkiye’de 1960’lı yıllara değin kırsal kesimdeki en itibarlı mesleklerden biri olan nalbantlık, teknolojinin gelişmesiyle birlikte eski önemini kaybetmiştir.

Paylaşın Bilgi Çoğalsın