Jüpiteri kim buldu, kim keşfetti

İnsanoğlunun gözlerini ve düşünme yeteneğini gökyüzüne çevirdiği ilk günden bu yana, güneş sisteminin dev gezegeni Jüpiter bir bilmece olarak kalmıştır. Güneşe olan yaklaşık 773 milyon km’lik uzaklığına karşılık, parlaklığı geceleri çoğunlukla gökyüzünde egemendir. Ekvatorun yaklaşık 142 milyon km’lik çapı, öteki tüm gezegenlerinkini küçük gösterir. Kütlesi, öteki sekiz gezegenin kütlelerinin toplamının iki katından fazladır ve atmosferinin derinliği yüzlerce km’dir. Tüm bunlara karşılık, gökbilimciler ancak XX. yüzyılda, giderek yetkinleşen araçlar ve genişleyen bilimsel bilgi sayesinde bu gezegenin fiziksel yapısını belli bir kesinlik derecesiyle çözümleyebilmişlerdir.

Jüpiter’in esrarı konusundaki bilimsel araştırmaların kökenini, Jüpiter’deki yoğun atmosferden yansıyan ışık üstünde yapılan incelemeler oluşturmuştur. Bu incelemeler yoluyla, Jüpiter’in yapısı konusunda büyük ölçüde bilgi toplanmıştır. Bir gezegenden yansıyan ışının yapısıyla ilgili incelemelerin temelini, uygun filtrelerle ve çeşitli dalga boylarına duyarlı filmler kullanılarak çekilen fotoğraflar oluşturur.

Kızılaltı ışıkla fotoğrafı çekildiğinde, Jüpiter üstündeki izler, görülebilir ışıkla çekilen fotoğraflardakilerle büyük benzerlik gösterir (Kızılaltı ışınım konusunda «ışık»tan sözetmek tam anlamıyla doğru değildir ama, bu ışınımla görülebilir ışıkla elde edilenlere benzer fotoğraflar çekildiği için bu terim kullanılmıştır). Bu benzerlik kızılaltı dalga boyuyla bile, katı bir yüzey üstündeki Jüpiter atmosferinin gözlemlenebildiğini göstermektedir. Bunun tersine, Mars’ın kızıl- altı ışıkla çekilen fotoğrafları, gözle görülebilenden çok daha değişik bir görünüm verir; bu da, gökbilimcilerin Mars atmosferinin kızıl- altı ışık altında saydam olduğu kanısına varmalarına yolaçar. Bu kanı bazı kuramsal hesapların yanısıra, Jüpiter’in atmosferinin çok kalın olduğu düşüncesini destekler.

Gökbilimciler Jüpiter’in atmosferinin yapısını tayfölçümsel çözümleme yoluyla incelerler. Jüpiter’in yeryüzününkine oranla son derece düşük yoğunluğu yüzünden, iki gezegenin oluşumları arasında önemli bir fark olduğu açıktır.

Güneş sisteminin en büyük gezegeni olan Jüpiter, aynı zamanda da en çok uydusu olan gezegendir. Jüpiter’in çevresinde en az 12 uydunun döndüğü bilinmektedir (nerdeyse minyatür bir güneş sistemine benzer).

Jüpiter’in Uydularını kim buldu

12 uydudan dördü, güneş sisteminin en küçük gezegenleri olan Merkür ve Mars kadar büyüktür.
Bunların dördünü de Galileo Galilei bulmuştur. Jüpiter’i teleskobuyla gözleyen Galilei, gezegen çevresindeki bazı gökcisimlerinin yalnızca arkasındaki küçük yıldızlar olmayıp,gökyüzünde hareket ederken gezegeni izleyen cisimler olduklarım kısa sürede anladı. Bu dürt gezegenin Jüpiter’in çevresinde döndüğünü ve böylece Kopernik’in güneş sistemi kavramının bir modeline benzediğini farketti.

Koruyucusu Medici ailesinin onuruna, Galilei, bu dört uydunun tümüne Medici Cisimleri adını verdi. Daha sonra, uydulara gezegenden uzaklıklarının artış sırasına göre mitolojiden alınma adlar verildi:
Io, Europa, Ganymede ve Callisto.

Jüpiter’in uydularının beşincisini (V) 1892’de Amerikalı gökbilimci Edward Barnard buldu. Bu uydu 13. kadirdendir ve Jüpiter’e çok yakın olması nedeniyle, onun güçlü ışığı tarafından donuklaştırılır. Gökyüzü gözlem araçları geliştikçe, geri kalan yedi uydu da bulundu.

Paylaşın Bilgi Çoğalsın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir