Komünizm üretim araçlarının toplum malı olmasını, tüketim mallarının ihtiyaca göre paylaşılmasını isteyen, toplumu tek bir sınıf olarak değerleniren bir rejim şeklidir. Lâtincedeki “communis” kelimesinden gelmektedir. Herkesin faydalanma hakkına sâhip bulunduğu ortak varlıkları ifâde eder. Komünizmin temelinde, materyalist (maddeci) düşünce sistemi ve mülkiyete karşı olma yatar.
Komünizmi kim buldu
Komünizm bir ilim, bir fikir değildir. Bazı yerlerde uygulamada diktatör bir devlet şeklinde dönüşmüştür. Bu rejimde yalnız komünist partisi vardır. Bütün millet bu parti programını kabul etmeye, bunun gibi düşünmeye, bu partinin istediği gibi konuşmaya mecburdur.
Komünizmin kurucusu ve Komünistliği ilk çıkaran Mejdek adında bir İranlıdır. Peygamber olduğunu söyleyen bu kimse Mecusi (ateşe tapan) idi. Herkesin malı ortaktır derdi. İran Şahı Kubâd, buna inandı ise de oğlu Nûşirevân, Mejdek’i seksen bin adamı ile birlikte yok etmiştir.
Karl Marx ve Friedrich Engels
1848 senesinde Karl Marx, arkadaşı Engels’le birlikte Komünist Beyannamesi’ni yayınladı. Bu beyannamede, bütün dünyâ işçileri birleşmeye çağrılıyor ve birleşen işçilerden, kapitalist ekonomik düzene, devrim yoluyla son verilmesi isteniyordu. Bu amacın gerçekleşmesi için 1863’te ilk İşçi Enternasyoneli kurulmuş, birçok mücâdeleler vermişse de 1876 senesinde ortadan kalkmıştır. 1880’de Avrupa’daki sosyalist partiler birleşerek İkinci Enternasyoneli kurmuşlardır. Avrupa sosyalist partileri arasındaki bu birlik hâlen devam etmektedir. Karl Marx’ın fikirleri, sosyalist hareketin ana prensiplerini teşkil etmiştir. (Bkz. Marksizm)
Kapitalist iktisâdî düzeni ortadan kaldıracak olan sosyal devrim, Marx’ın düşüncesinin aksine olarak, ileri derecede sanâyileşmiş Batı Avrupa memleketlerinde değil, ekonomisi geniş ölçüde tarıma dayanan Rusya’da kabul görmüş ve uygulanmıştır.
Rusya’da 1898’de kurulan Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi, 1903’te çoğunluk anlamına gelen “bolşevik” ve azınlık anlamına gelen “menşevik” olarak ikiye ayrılmıştır. Çarlık idâresine karşı patlak veren 1917 Şubat İhtilâlini, sosyalist, liberal ve halkçı partiler müştereken yapmışlarsa da, aynı senenin Ekim ayında Lenin’in liderliğindeki bolşevikler, silahlı bir ayaklanma yaparak iktidârı tek başlarına ele geçirmişlerdir.
Rusya’da Lenin ve arkadaşları, komünist hayata hemen geçilemeyeceğini söyleyerek iktisadî yönden “kollektivisit” olan ve siyasî şekil olarak “işçi
diktatoryasına” dayanan bir geçici rejim kurduklarını söylemişlerdir. Bu rejime geçiş oldukça kanlı olmuş sonucunda 15 milyon insanı ölmüştür. Şiddet, 1924’te Stalin’in Sovyet Rusya’nın başına geçmesinden sonra daha da artmıştır.
Merkezi Moskova’da olmak üzere Üçüncü Enternasyonel kurulmuşsa da İkinci Dünya Savaşının patlak vermesi ile Rusya, batı devletlerinden yardım istemek mecburiyetinde kalmış, bu sebeple de 1943’te Stalin Üçüncü Enternasyoneli ortadan kaldırmıştır. 1947’de Rusya’da “Kominform” kurulmuştur.
Kominform, bütün komünistleri diğer rejimlere karşı savaşmaya çağırmıştır. Lenin’in vasiyetnâmesi hatırlatılarak, gerçek hedefin bütün insanları komünizm rejiminin bünyesinde toplamak olduğu, doğuya ve batıya komünist ihtilâlini yaymaya önem verdiği bildirilmiştir. Rusya dışındaki memleketlerde, “halk demokrasisi” sloganı ortaya atılmıştır.
İhtilâlci sosyalizm, ihtilâllerle karışıklıklar çıkartarak, umumî grevler yaparak, gerilla muhârebeleriyle, ülkelerin yabancı komünist kuvvetler tarafından işgal edilmesiyle veya baskın şeklinde hükümet darbeleriyle, iktidâra hâkim olmaya çalışmakta ve iktidârı ele geçirince, totaliter rejim kurmaktadır.
Diğer sosyal, iktisadî ve fikrî grupları tasfiye etmekte ve parlamenter rejimi yıkarak tek parti diktatoryasını kurmaktadır.
İhtilâlci sosyalistler (komünistler), tek parti diktatoryası kurduktan sonra her türlü mülkiyeti iktisâdî yönden devletleştirme yoluna gitmekte; bu devletleştirmeyi, politik (siyasî), kültürel ve eğitim alanlarına da yaymaktadır.
Sosyalist akımlar, sanâyileşmenin gelişmesi ile başlamıştır. Ekonomik olarak geri kalmış Rusya ve Çin gibi ülkelerde devrimci ve totaliter bir karakter kazanarak komünizm şeklinde iktidârları ele geçirmiştir.
Aynı şekilde, sağlam demokratik kurumlardan yoksun bulunan Almanya, İtalya ve bâzı Güney Amerika devletlerinde, İkinci Dünya Savaşından önce sosyalist akımlar, faşizm ve nasyonal sosyalizm gibi totaliter bir karakter kazanmıştır. Faşizm ve nasyonal sosyalizm üretim araçları
üzerinde, kişisel mülkiyet hakkı tanımaktadır. İhtilâlci sosyalizmin temel fikirlerini ortaya koyan Karl Marx kurulacak sosyalist toplumun bünyesinin ne şekilde olacağını anlatmamıştır.
Komünizm için 1990 yılı bir dönüm noktası olmuştur. Komünizm ve sosyalizmden kaçış başlamıştır. Komünizmi benimseyen Doğu Avrupa ülkelerinden sadece Bulgaristan ve Romanya ile Arnavutluk’ta fakat başka isimler altında seçimle ve az farkla iktidar olabilmişlerdir. Diğerlerinde ise Komünizme karşı olanlar serbest seçimle iktidârı ele geçirmişlerdir. Komünizmin son kalesi Yugoslavya’da ise sâdece Sırbistan’da komünistler iktidardadır. Fransa ve İtalya komünist partileri bile isim değiştirmişlerdir. En koyu komünist düşünürler bile “Sınıf iktidarı, artık gerici bir taleptir. Komünizm öldü ve emperyalizm bitti” demişlerdir. Bugün dünyâda komünist rejim olarak sâdece Viyetnam, Küba ve Çin kalmıştır. (1993)
Komünist “Manifesto”daki geleceğe dönük görüşe göre: Liberal ekonominin uygulandığı ülkelerde işçilerin sefâleti her geçen gün biraz daha artacak sermâye sınırlı ellerde toplanacak ve açlığa mahkum edilen proleterler, tabandan gelen bir ihtilalle kendi yönetimlerini kurup, üretim araçlarına el
koyacaklardı. Bu suretle de çalışan-çalıştıran (işçi-işveren) ikiliği ortadan kalkacak, geniş kitleler (çalışanlar) huzur ve refaha ve gerçek demokrasiye geçmiş olacaklardı.
Komünizm ile üretim araçları işçilerin değil, komünist lider ve yandaşlarının imtiyazlı ve iltimaslı bir “yeni sınıf”ın eline geçti. Bu yeni sınıf bürokratlar tarihin en korkunç diktatörlüklerini kurdular ve işçi sınıfı adına katliam ve zulümler yaptılar. Bazı yerlerde Komünizmin kızıl pençesi altına düşenler yalnız ekonomik refah değil her türlü insan haklarını da kaybettiler. Serbest piyasa ekonomisini uygulayan ülkelerin işçilerinin refahı artarken komünizmi uygulayan ülkeler fakirleştiler.